Back to photostream

Roof

KENDİNE DÖNÜK

 

 

”Bir çocuk topluluğu. Öğle vakti mahalleye yayılmışlar. Gülüp eğleniyorlar kirli vücutlarına aldırış etmeden. Bir uğrasa vermişler kendilerini. Ellerinde kendilerini aşan kiremitler, dikiyorlar üst üste. Mahallenin yolunun ortasını kapamaya çalışıyorlar. Bağırışlar dalgalanıyor. Ne ilginçtir ki bu sefer onları rahatsız edecek bir kocakarı yok. Kiremitlerin geldiği yer belirsiz. Bir kuyunun içinden mi çıkıyorlar yoksa? Sorular akıllarını karıştırmasın onların, duvarın temeli hazır nede olsa. Onlar yıllardır aynı mahallenin çocukları. Arka Mahalle’nin gençleri. Gruplaşma kanlarında var. İstemiyorlar aşağı yokuş çocuklarını. Bu sebeple bitirmeliler öğlene dek bu duvarı. Kimse anlamamalı. Derken mavinin derinliklerinde büyüyor gökyüzü. Bir çocuğun gözlerinde beyaz dayanılmayacak hal alıyor. Her yer alabildiğine beyaz, parlak…”

 

İşte ben böyle dünyaya geldim. Nerede olduğumu bilmeden, ama ait olduğum yerden buraya geldim. Tam beş yasında doğdum ben. Annemin yanı başında buldum kendimi. Onu uyandırmaya çalıştım. “Neredeyim ben?” dedim gözümü alan bu beyaz duvarlara aldırmamaya çalışarak. “Benim odamdayız oğlum.” dedi annem “Hani uyuyamadın benim yanıma geldin dün gece.” Doğduğum günü asla unutamam bu sebeple.

 

Çok kesintili ve bölüm bölüm oldu yaşadıklarım hep. Mesela iki yaşında teyzemin kolundaki saati emerken ardından ise kendimi bir albümde bunun fotoğrafına bakarken buluyorum. Teyzem beni koluna almış. Kahkahalara boğulurken ben kolundaki saati yutmaya çalışıyorum. Bu da beş yaşındaki doğumumdan iki yıl sonra gerçekleşiyor.

 

Farkındayım karışık bir hayat bu benimkisi. Zaman kavramı alıştığımızdan çok farklı. Ama artık büyüdüm diyebilirim. Sonuçta ezan vaktine kadar mahallede zıpırlıklar yapabildiğim bir çevrem vardı. Ya da ben öyle sanıyordum. Belki tuğlalar ile duvar inşa etmiyorduk mahallenin ortasına ama Aşağı Yokuş’tan nefret ederdik. Elimizden geldiğince birbirimize kötülük yapmaktan çekinmezdik. Silahlar kuşanırdık. Onlar daha zengin olabilirdi belki ama bizim de deli cesaretimiz vardı. Morartıcı kurşunlarımız biterse tabancalar ve taslar ile üzerlerine koşardık.

 

Bazen bu bir hataya dönüşebilirdi. Bir keresinde aynı yiğitlikle üzerlerine koştuğumda baba parası yiyen ve mahallenin tek bisikletçi çocuğu Samet beni nasılda ezmişti. Üzerimden bir sanatçı titizliği ile geçmeyi başarmıştı. O günden arkanı kollamanın önemine inanırım.

 

Yalnız değildik bu dünyamızda. Kendimize sünnet olduk diye erkek diyebilirdik ama her zaman bizden önce dünyaya atılmış insanlar vardı. Daha büyüklerdi ve kuralları daha geçerliydi. Bunlardan biri de yüzünü anımsayamadığım Beyaz Ceketli’ydi. Kurt köpeği vardı onunla aynı renk. Üzerimize salmaktan çok hoşlanırdı. Bizi köpeğinin kalıp getirebileceği bir kemik parçası olarak görürdü. Hoşumuza giderdi ama bu durum. Oyunlarımızın tükendiği vakit yeni bir alternatif kapı açılırdı yüzümüze.

 

O gün eşofman giymemeliydim. Bunu anneme de söyledim fakat rahat rahat oynamamı istemişti. Tabi onunda kendine göre haklı tarafları vardı. Ama Beyaz Ceketli köpeği üzerimize saldığında ve ayağım bir tasa takılıp köpeğin baldırıma doğru yöneldiğini gördüğümde bunun yanlış bir fikir olduğunu anlamam uzun sürmedi. Benden bir parça kopardı ve bu ona yetmiş olmalı ki sahibine deliler gibi geri döndü. Beyaz Ceket halinde memnun gibiydi ya da o anki şok ifadesini benim çığlıklarım arasında ben farklı yorumlamış olabilirim. Neticesinde hayatımda kıçıma giren dokuz iğnede bulunmuş oldu. Kuduz olmadım ama arkadaşlarımı bir kurt adam olduğuma inandırmak o kadar da zor olmamıştı.

 

Akrepleri tasın altından çıkarıp şişeye koyar top oynar ve sonunda ateşin ortasına koyup kendini sokmasını ve intihar edişini hayretle izlerdik. Torpillerimiz ile kertenkelelerin ve salyangozların yuvalarını uçurmayı çok severdik. Hatta belli bir rutin haline gelmişti bu bizim için. Sinekleri yakalar nefessiz kalıp boğuluşunu izledikten sonra örümceklere ziyafet çektirirdik. Karıncaları toplar ve örümceğin yuvasına atıp onu nasıl saracağını izlerdik. Aylar sonunda o örümcek büyür bir obez olurdu. Bu durum canımızı sıkardı çünkü biz zenginleri sevmezdik. Bu yüzden onu da taşla ezip oldururduk.

 

Bayramları çok severdim. Harçlık konusuna değinmeme bile gerek yok. Artık kısa günün karına boyun eğmek kalıyordu bize. Sonrasında gelsin lazerler, silahlar, patlayıcılar. Dokuzuncu yaşımın bayramı kör olmaktan kurtuldum. Cam şişenin içine torpil atıp havaya uçurmak kuzenimin fikriydi. Ama fitilin torpilin ucuna geldikten sonra oradan kaçmakta benim fikrimdi. Deparlarımda kurt köpek trajedini yaşasaydım sakat kalacağımı biliyordum. Şükürler olsun ki o köşeyi dönebildim. Cam parçaları arkamda dalga oluşturuyordu tam bu sırada…kurtuldum. Bu günden sonrada ateşli şeylere pek yaklaştığım söylenemez.

 

Müzik anlayışımız dansözlerin göbeklerinden oluştuğu o zamanlarda çıplak olan ne varsa ilgimi çekmeye başlamıştı. Popüler kültürün kamçıladığı ben büyüyünce kendimden nefret edeceğimi bilemiyordum. Geçmişe bakmak hep utanç kaynağı şimdi. Ne yapalım çocuktuk işte.

 

Tabi ki bu böyle sürüp gitmedi. Bir süre sonra yeni müzik tarzlarının farkına vardım. Örneğin asiliğin simgesi rock müzik gibi. Ergenlik tabi, gelince dur diyemiyorsun. Duman o zamanlar dinleyebildiğim tek gruptu. Zamanla bu gelişti ve Avrupa’nın içlerine sızdım. Müzik o kadar hoşuma gidiyordu ki bazen tüm gün müzik dinlemekten başka bir şey yapmıyordum ve bu annemin ilgisini haliyle çekiyor, tedirgin ediyordu. Çünkü onlar için dersten başka bir şey değildim ben. Ders çalışması gereken bir robot, simge…

 

Doğum günümde annem elinde bir klasik gitar ile çıkıp geldi ve ben rock yıldızı oldum! Hayır tabi ki o kadar kolay değil bu ülkede bir şeyler başarabilmek, bunun farkındaydım. ‘’Bu ülkede başarı cezasız kalmaz’’ biliriz. Bizimkiler kendilerine göre orta yolunu bulmuşlardı. Bende pek şikayetçi sayılmazdım bu durumdan. Şimdi buraya bir sürü karşılıklı ilişki ana başlıklı deyim sıralayabilirim ama yapmayacağım, söz.

 

Müzik alanında daha da ilerleyebilmek adına bir kursa yazıldım. Ama doğru yol değildi sanırım gitar benim için. Çünkü bir şeylere vurmak istiyordum. Stres atmak istiyordum ama bu alet bana istediğimi veremiyordu. Bende yeni arayışlar içerisindeyken bateri ile karşılaştım. Fakat bu alette çok pahalı olduğundan umudum kırıldı. Bana ait olamayacak bir şeyin peşinden koşmak ne kadar mantıklı olabilirdi. İşte bu tabuyu kırmak adına ne gerekiyorsa yaptım.

 

Yemedim içmedim harçlıklarımı biriktirdim bir yıl boyunca. Ama elime geçen para ile sadece zillerini alabilirdim. Umut denilen şeyi tam kaybedecekken bizim belediyenin orkestra kurduğunu öğrendim. Üstelik bateri onlardan. Bu fırsatı kaçıramazdım. Yazıldım ve derslere başladık. Bir yıl sonra bir çok konserde yer almıştım. Kendimi yeterli hissettirmiyordu ama hiçbir şey. Sürekli açlık hissediyordum. Öğrenme açlığım yüzünden kendime güvenemedim pek her konuda. Aşırı alçakgönüllüydüm belki de.

 

Avrupa’ya konserler vermeye gönderdi belediye bizi. Bir çeşit turne gibiydi. Almanya ve Avusturya’yı görme şansını yakaladım. Bu yeni dünya beni çok etkiledi. Bir çok şeye bakış açım bu süreçte değişti. Ülkemizdeki çoğu yanlışı fark ettim. Sokaklarımız pislik içindeydi. İnsanlarımız korku içinde. Neydi bizi bu kadar çekimser kılan insanlardan? Neden özgürlüğümüzü kısıtlardık her fırsatta?

 

İnsanların sıcakkanlı davranması ve ülkeleri uğruna bir çok işte gönüllü çalışmaları bende duyarlılık yarattı. Kendi halkımın bencilliklerini sebeplerini sorgulayıp durdum. Sanırım eğitimin bu konudaki rolü büyüktü. Dönünce başkan olacak ve ülkemde kahvehanelerde kitap okuma zorunluluğu getirecektim.

 

Tabi ki bunların hiçbiri olmadı. Ben yine aynı bendim. Belki daha da bencilleştim. Ama doğayı korumak adına aynı şeyi söyleyemem. Çünkü birçok derneğe yardımda bulundum ama bunu anlatmayı pek sevmem. Bunlarla böbürlenilmemeli. Çünkü ortada böbürlenilecek bir şey yok ki! Sonuçta bu bizim görevimiz değil mi zaten. Elindeki çöpü biraz daha tutuver ve çöp kutusuna at bu kadar basit. İsraftan kaçın, çeşmeyi fazla açma, elektriği dengeli kullan. Asıl bencil isen korumalısın ya dünyayı. Çünkü dünya senin dünyan. Başkasına ait değil ki be kardeşim?

 

Şu sıralar kafama takılır durur. İnsanlar başkasından duyduğu şeylere neden bu kadar körü körüne bağlanır anlamış değilim. Beni anlatabilecek en derin konunun bu olduğunu düşünüyorum. Çünkü ben böyle değilim. İki tarafı da dinleme taraftarıyımdır her zaman. Bir arkadaşım bana olurda uyuz olursa-ki olur, üniversite burası, hatta olmadık yere uyuz olup kendi kendine üzülen insanlar bile olur-başka arkadaşına anlatır ve o şahsına münhasır arkadaşımda bana birden kıl olur, olası tutar, öyle programlanır, yazılımı vardır bunun. Neden böyledir. Akıl denen şey bu kadar mı acizdir? Onlar ve ben diye kıyaslamama girmeye gerek yok. Kendimi hiçbir zaman bir şeyden üstün görmedim çünkü. Göremedim. Görmemeye çalışıyorum, hatta o şekilde espriler yapıyorum, ama ne hikmetse tam tersi etki yaratıyorum.

 

Bana durduk yere kıl olan arkadaşlara ve onların programlanan cağnım arkadaşlarına gelince…Ne mi yapıyorum? Hayatımdan çıkarıyorum. Evet bu yanlış bir davranış. Sorunun üzerine eğilip elimi uzatmam gerek. Ama bir türlü uzanamadım ben o kişilere. Kaçtım bu tür ilişkilerden. Sebebi ise çok basit, üşengecim. Bir sebep daha var ki çok derin.

 

Pollyanna karakterlerden nefret ederim. Parasız yaşanabileceğini, tek ilahi gerçeğin sevgi olduğunu, savaşların sona ereceğini, herkesin eşit miktarda gelir elde edeceğini düşünen ve düşleyen o ütopik arkadaşlarım genelde kapitalist düzene en önde sırıtarak adımını atan ve paranın köpeği olan kişiler olarak karşımıza çıkacaktırlar. Bunu biliyorum ve bu gerçeğe bakarak bana nutuk atmalarına dayanamıyorum. Bu yüzden mümkün olduğunca gerçekçi konuşuyorum ve arkadaşlarım bu konuşmalarımdan rahatsız oluyorlar. Çünkü gerçeklerden korkuyorlar. Hayatları Hollywood filmi gibi olacak sanıyorlar. Her an bir macera her an bir atılım, eğlence. Sonra bir bakıyorsun ‘’sabah sekiz akşam beş’’ oluvermiş. Korkmayın, ileri bakın.

 

Hayatımdan sorun eksik olmaz tabi. Her insanda olduğu gibi… Zamanı hesaplar dururum. Hatta bu bende bir obsesif haline gelmiş durumda. Hatta geçenlerde nedensizce öylece kalkıp eve gittim arkadaşlarımla kafede otururken. Zamanımı en verimli şekilde geçirmem gerektiğini düşünüp durduğumdan hep programlarım günümü. Film mesleğim gereği günümün vazgeçilmezidir. Ardından müzik gelir. Tüm gün kulağımdadır. Şu an bile. Klasik müziğin her türlü sanatçısını dinlemeye ve tüketmeye çalışırım. Ardından sıra piyanoma gelir. Üzerinde uygulamaya çalışırım ama elimden ne gelir tek başıma iken bilemem bunu. Kursa gitmek isterdim. Hatta pollyanna arkadaşlarım gibi hemen para yaratmak isterdim ama hayat öyle değil işte. Senden beklemeni istiyor. Sıran gelmeden gişeden geçemiyorsun. Bazıları var ki altından kaçıp gidiyor özgürlüğe. Ama lotodan çıkan paranın da aşkı bitirdiğini duydum. Yok şimdilik kalsın. Çünkü bir aşk hayatım iyi, onun da bozulmasını istemem. Nerede kalmıştık? Heh kitaplar… Genelde beni eğitecek kitaplara yönelirim. Romantik bir insanımdır ama ne iştir ki şiir denen şeyden hala bir şey anlamış değilim. Şiir bana göre değil. Çünkü olmayan bir şeyi insanın içinden çıkaramazsınız. Sonuçta yoktur, kök salmamıştır içinizde, tohumu ekilmemiştir doğa tarafından.

 

Şiire bakış açım yüzünden arkadaş kaybı bile yaşamış bir insanım. Ama bu durum beni pek üzmüyor. Beni olduğum gibi kabul eden insanlardan hoşlanırım. Her insanın bir değişikliğe ihtiyacı var bunu yadırgayamam fakat her şeyimle de sana teslim olamam. Çünkü seçtiğimiz yola göre hikayemiz yazılır. Biyografimde istemediğim bir şeyin yer almasını istemem. Ama bu durumdan hala emin değilim.

 

Mümkün olduğunca kesin konuşmamaya çalışırım. Geçmiş yıllarda bunun acısını fazlasıyla çektim çünkü. Yalancıya çıkan adım beni utanca sürükledi ve bu hiç hoş bir olay değil emin olun. Kesin konuşsam bile eminim artık onu demekle öyle olmadığının. Bazen insan kendine de yalan söylemeli sonuçta. Yoksa kuru umut bizi pek fazla sürüklemiyor orası kesin. Annemin bohçasını sardığı o minik ama lanet çengelli iğnelerden dolu yolumuz. Çok küçüktürler ama takılırsan ciddi derecede acıtırlar ve onların affı yoktur. Tıpkı bizim insanlarımız gibi. Eleştirmek en büyük hobileridir. Asla alkışlamazlar. Sahneye biri çıktığında yetersiz karakterini biraz komik olmak amacı ile doldurmaya çalışarak ve arkadaş grubunda kendine v.ı.p’den yer ayırtmak gayesiyle yaptığı o itici espriler yok mudur şunların? İşte o an benim cinayeti gayet mantıklı gördüğüm anlardır. Hak etmezler sanatı onlar. Sadece eleştirirler. Fakat eleştiri denen döngünün kendi kuyruk sokumuna bağlı olduklarından bir haberdirler. Çıkarın o insanı salondan. Biraz kendi ile baş başa kalsın. Doğru yolu bulacaktır.

 

Hasta olduğumda kabuğuma çekilirim. Şimdi burada laf olsun diye çekilmez bir insan olurum, şöyleyim, böyleyim demek vardı ama değil işte. Gayet sadedir bu da, diğer her şeyimde olduğu gibi…Ve korkumda bundandır. Bu kadar sade mi veda edeceğim Dünya’ya? Önemli bir insan olamayacak mıyım hiçbir zaman? Bana önemli bir görev vermeyecekler gibi görünüyor. Koltuğumda yalnız başıma öleceğim ve en yakın arkadaşımı kaybetmiş olacağım. Onu özlerken kahrımdan yok olacağım. Yanlış kararlar vereceğim her zaman. Hayatımın aşkının elimden kaymasına izin vereceğim. İçimdeki mükemmelliyetçi insana engel olamayacağım ve onda kusurlar bulmaya başlayacağım. Gözyaşlarımın arkasına saklanırken bunlar bir fırtınaya dönüşecek. Zemin ayağımın altından kayacak ve beni karanlıklar ülkesine sürükleyecek. Annemi göreceğim orada. Bana bakmak istemeyecek. Çünkü onu çoktan terketmiş olan ben onun nefretinden değil bana acıyarak bakan gözlerinden kaçacağım.

 

Kayıplarımı hesaplar dururum. İşte asıl hastalığım burada başlar. Takıntılarıma engel olamam. Başladığım paragrafı bile bitirmekten korkarım. Müzik dursa bende dururum. Herkes o büyük şelaleye gözleri kapalı atlarken ben izlerim miskince. Bazen kendimi Orta Doğu’da bir çölün ortasında yalnız bulurum. Rüyamda bu alabildiğine uzun topraklarda kendimi arar dururum. Karanlıktan uzanan her ele selam olsun, bana sahip çıkan her ele… Ama bu kadar işte. Beni ben yapan bir mektubum var mı acaba? Şimdi yeniden doğacak olsam, çığlıklarım arasından kurtulup bana ulaşsan, bir işe yarar mı bu mektup? İşte şimdi tam şu anda eğer gözlerim sana bakarken şu an sulanıyorsa sana sevgimdendir. Sana acımıyorum. Bu mektup sana. Seni seviyorum.

 

www.tumblr.com/blog/ilhanbeyazay

4,923 views
1 fave
0 comments
Uploaded on January 11, 2015
Taken on January 11, 2015