Hüseyin Başaoğlu
Gölgelerin gücü adınaa (by the power of grayskull)
Kelebekler bile o kadar sevimli mahluklar olmalarına rağmen bazen gölgenin yani muğlak olmanın, belirsizliğin, şüpheli görünmenin nimetlerinden, kendilerine sağlayacağı faydaların, çıkarların gücünü kullanarak düşmanlarını korkutmak isterler. Onların ki doğal savunma mekanizmasıdır. Fakat insanlarda karanlığın, gölgenin ürkütücü gücünü kullanmanın hep toplum psikolojisinden ve sosyolojiden yararlanmanın aracı olduğu gerçektir. Bizde her halta yeni bir isim bulup onu şirin göstermenin kullanılmaya başlaması yeni değil. Bu işin bugünkü kılıf geçirilmiş modern adı Toplum Mühendisliği. Hani kaldırım mühendisliği derlerdi eskiden aylak gezmenin adına ya işte o. Misal yani (Türkan hanım kulakların çınlasın). Toplum mühendisliğini en iyi kullanan insanlar totaliter anlayışa sahip az bir güçle çok güçlüymüş gibi kendilerini gösteren insanlardır. Mafya, çirkin politikacılar, mafyalaşmış sivil toplum kuruluşu profesyonel yöneticileri, hatta toplum idaresine soyunmuş insanların birlikteliğinden oluşan siyasi partiler bile bu tehlikeyi içerirler zaman zaman.
İnsanoğlu yaratılışında algıları açık bir varlıktır. Yani çevresini oluşturan Yaratıcının Kün (ol) demesiyle oluşmak ve (İsteyerek veya istemeyerek bir araya gelin) emriyle de bir arada bütünlük göstermek zorunda olan frekansları farklı ışınınmlar enerjiler bütünü olan madde dünyasını algılamak için kendisine verilmiş farklı frekans algılayıcıları kullanmayı büyüdükçe öğrenir. Önce dokunur,anne karnında bile çevresini saran amnio sıvısının (rahim içinde yaşadığı sıvı) tenine yaptığı sarmalama, sonraları oluşan el ve ayaklarının oynamaları sonucu dokunduğu yerlerden algıladığı sınırlı kesecik annenin ona sağladığı güven duygusudur.O anneyi bilmese de henüz içinde yaşadığı güvenli ortamı dokunarak tanımıştır. Sonra kulakları ve gözleri oluşur. Burada ilk devreye giren kulaklardır, yani dokunma, temas yoluyla algıladığı fakat hissettiği ve anlamlandıramadığı başka bir frekans dünyasını,onun algılayıcıları olan kulaklar çalışmaya başladıkça tanımaya başlar ve anne karnında annesinden ve daha uzak çevreden gelen sesleri duymaya başlar. Artık sıra görsel frekans algılayıcılara gelmiştir. Anne karnında geliştikçe olgunlaşan gözler başlangıçta kapalıdır fakat son zamanlara doğru olgunlaşır ve göz kapakları açılıp kapanmaya başlar İlk algıladığı ışığın ki anne karnı genelde karanlıktır) varlığı ile çevresini başka bir açıdan da tanımaya başlar. İlginç olan görmek istediği alanın darlığıdır ve normalde insanın günlük yaşamda ancak gözlükle bakabileceği kadar yakın bir çevreye bakmaktadır. yani görecek fazla bir şey yoktur. O yüzden yarı karanlık için gözlere fazla ihtiyacı olmaz. Kulaklardan ve temastan elde ettiği algılama yeterlidir şimdilik. Vücudunun ihtiyacı olan soğuk-sıcak, dokunma ile sert, yumuşak,şekil gibi kavramların temelleri iyice sağlamlaşmaya başlarken anne karnının güvenli ortamı hem fiziksel olarak hem de anneden kaynaklı olarak genlerine işlenmiş dna programcıkları yoluyla yolun sonuna gelindiğinin anlaşılmasını sağlar. Amnios yaşam bitmektedir. Sonrasında doğum ve ötesi yaşam dönemi başlar. Dışarıya çıkışta geçtiği dar tünelin ve anne kemiklerinin zorlamalarının vücudunda yarattığı acıyı tam çözemese de kendisinin canını acıtabileceğini anladığı bir dünyaya gelmiştir. Ciğerlerinin havayla dolmasıyla birlikte insanoğlunun sudaki yaşamı bitmiş,yüzer varlık artık çoğunluğu azottan oluşan hava denen bir gaz içinde ve yerçekimi denen kuvvetle tek başına başa çıkmaya çalışacaktır. Ağlamaya başlar. Bu onu şaşırtmıştır aslında havayı kullanarak bu kadar güçlü bir ses çıkarabileceğini deneyimleme şansı yoktur anne karnında. Ses telleri ise titreşse bile su içinde oluşan sesle, hava yoluyla oluşan ses hem kalite, hem frekans açısından farklıdır ve çok güçlüdür. Artık sesle çevresiyle iletişim sağlamaya başlar.Derdini anlatmak için kendisini ifade etmelidir. Anne karnında bir boru yoluyla annesinin ve kendisinin vücutları arasında kurulmuş olan iletişim artık yoktur. Sesinin ne kadar çok çıktığını anladıkça ve çevresindekilerin onun isteklerini yerine getirmek için gayretlerini algıladıkça daha kuvvetle bağırır ve ağlar.Bu ona ciğer kapasitesinin de gelişmesi için verilmiş bir silahtır. Bu alışkanlığı ileride en iyi devam ettiren insan grubu politikacılardır, o yüzden meydanlarda binlerce, onbinlerce,yüzbinlerce belkide milyonlarca insanın sesinin üzerinde bir frekans kulanmayı öğrenir ve bağırır durur. Tabii teknoloji yardımıyla bunu kullanan sanatsal insan gruplarını da unutmamak lazım:yoksa konserler ne işe yarardı. Sonunda sesin gücü yanında gözlerini açtığında veya kırpıştırdığında ise anne karnında bir karış mesafede algıladığı çok zayıf ışık altındaki ortama alışmış olan gözler acır. Göz bebeklerinin yani irisin ışığın şiddeti karşısında algılayabileceği seviyede ışık almaya uyarlanması da öğrenilmesi gereken bir zaman ister. Sonuçta gözlerde dışarıdaki şiddetli ışık frekansına uyum sağlar.Artık insan ışıkta yaşayan bir varlıktır. Görmek için gerekli olan frekans tahsisi bedavadan,beyin tarafından gözlere ayrılır. İletişim 250 G hızında devam ederken işitsel frekanslardaki algılama ve üstüne üstelik gözlerce algıda yerçekimine uyum için denge ayarı da kulaklara verilmiştir ve kulaklar hem ses, hemde denge ferkanslarının aracıdır artık. Soğuk sıcak, tatlı ekşi, tuzlu gibi değişik frekans algılamaları dil denilen ağız içi organca yürütülür. Zamanla öyle bir hale gelirki bu alışkanlık beyin daha önceleri elle,vücutla hissedebildiği ses dalgalar ve titreşimlerin çoğunun algılanmasını sadece kulak yoluyla yapmaya başlar. İnsan tamamlanmıştır ama algılamada sadece beş duyuya mahkum etmiştir kendini. Bu arada ışıkta yaşamaya iyice alışan insan karanlık ve alaca karanlık gibi ortamlarda görmemeye başladığını farkeder. Onun bu yeteneklerinin köreldiğini farkeden diğer yaratıklar ışıklı ortamda yanına bile yaklaşamadıkları insana karanlık ve loş ortamlarda saldırmaya başlarlar çoğunlukla. Çünkü savunma görme yeteneğinin azalmasıyla azalmış, alaca karanlıkta ve karanlıkta yaşamaya kendilerini alıştırmış hatta görmek için kokuyu,titreşimi bile kullanabilir hale gelmişlerdir onlar. İnsan korkmaya başlar karanlıktan. Artık sinsi güçlerin karanlık faaliyetleri daha da artmıştır.Kitleler karanlık ve yarı karanlıkta yollarını iyi göremedikleri için çok daha kolay yoldan çıkarılırlar. Bunun için çıkar şebekeleri birbirleriyle ortak iş yapmaya başlarlar. İçine medyayı da göz boyayıcı olarak kattıkları için çok etkili bir beyin yıkama başlamış ve gölgelerde yaşayan aslında zavallı kelebekler dev gibi karanlık gölgelerinin kalplere saldığı korkuyla bir çok düşmanını korkutup kitleleri daha kolay yönetilir hale getirmişlerdir. Bu durumdan kurtulmanın insan için tek yolu aydınlıkta toplu olarak yaşamaktır. Çünkü iyi insanlar aydınlıkta medeniyet kurar ve toplu olarak, insanı öne çıkaracak yasalar ortaya koyarak, insanların yeteneklerine göre işler yapabildiği, dengeli gelir dağılımının olduğu gelişmiş toplumlar inşa ederler. Işıklarını da hiç kapatmazlar gölgelerde yaşayan sürüngenlerden etkilenmemek adına.
Unutmayın ışığın da sınırı vardır ve en tehlikede olanlar ışığın sınırında gölgeye yakın yaşayanlardır. Hepinize bol ışıkta,aydınlık bir yaşam dilerim.
Nikon D300S + Nikkor 18-200mm f:3.5-5.6 VRII IF-ED
Gölgelerin gücü adınaa (by the power of grayskull)
Kelebekler bile o kadar sevimli mahluklar olmalarına rağmen bazen gölgenin yani muğlak olmanın, belirsizliğin, şüpheli görünmenin nimetlerinden, kendilerine sağlayacağı faydaların, çıkarların gücünü kullanarak düşmanlarını korkutmak isterler. Onların ki doğal savunma mekanizmasıdır. Fakat insanlarda karanlığın, gölgenin ürkütücü gücünü kullanmanın hep toplum psikolojisinden ve sosyolojiden yararlanmanın aracı olduğu gerçektir. Bizde her halta yeni bir isim bulup onu şirin göstermenin kullanılmaya başlaması yeni değil. Bu işin bugünkü kılıf geçirilmiş modern adı Toplum Mühendisliği. Hani kaldırım mühendisliği derlerdi eskiden aylak gezmenin adına ya işte o. Misal yani (Türkan hanım kulakların çınlasın). Toplum mühendisliğini en iyi kullanan insanlar totaliter anlayışa sahip az bir güçle çok güçlüymüş gibi kendilerini gösteren insanlardır. Mafya, çirkin politikacılar, mafyalaşmış sivil toplum kuruluşu profesyonel yöneticileri, hatta toplum idaresine soyunmuş insanların birlikteliğinden oluşan siyasi partiler bile bu tehlikeyi içerirler zaman zaman.
İnsanoğlu yaratılışında algıları açık bir varlıktır. Yani çevresini oluşturan Yaratıcının Kün (ol) demesiyle oluşmak ve (İsteyerek veya istemeyerek bir araya gelin) emriyle de bir arada bütünlük göstermek zorunda olan frekansları farklı ışınınmlar enerjiler bütünü olan madde dünyasını algılamak için kendisine verilmiş farklı frekans algılayıcıları kullanmayı büyüdükçe öğrenir. Önce dokunur,anne karnında bile çevresini saran amnio sıvısının (rahim içinde yaşadığı sıvı) tenine yaptığı sarmalama, sonraları oluşan el ve ayaklarının oynamaları sonucu dokunduğu yerlerden algıladığı sınırlı kesecik annenin ona sağladığı güven duygusudur.O anneyi bilmese de henüz içinde yaşadığı güvenli ortamı dokunarak tanımıştır. Sonra kulakları ve gözleri oluşur. Burada ilk devreye giren kulaklardır, yani dokunma, temas yoluyla algıladığı fakat hissettiği ve anlamlandıramadığı başka bir frekans dünyasını,onun algılayıcıları olan kulaklar çalışmaya başladıkça tanımaya başlar ve anne karnında annesinden ve daha uzak çevreden gelen sesleri duymaya başlar. Artık sıra görsel frekans algılayıcılara gelmiştir. Anne karnında geliştikçe olgunlaşan gözler başlangıçta kapalıdır fakat son zamanlara doğru olgunlaşır ve göz kapakları açılıp kapanmaya başlar İlk algıladığı ışığın ki anne karnı genelde karanlıktır) varlığı ile çevresini başka bir açıdan da tanımaya başlar. İlginç olan görmek istediği alanın darlığıdır ve normalde insanın günlük yaşamda ancak gözlükle bakabileceği kadar yakın bir çevreye bakmaktadır. yani görecek fazla bir şey yoktur. O yüzden yarı karanlık için gözlere fazla ihtiyacı olmaz. Kulaklardan ve temastan elde ettiği algılama yeterlidir şimdilik. Vücudunun ihtiyacı olan soğuk-sıcak, dokunma ile sert, yumuşak,şekil gibi kavramların temelleri iyice sağlamlaşmaya başlarken anne karnının güvenli ortamı hem fiziksel olarak hem de anneden kaynaklı olarak genlerine işlenmiş dna programcıkları yoluyla yolun sonuna gelindiğinin anlaşılmasını sağlar. Amnios yaşam bitmektedir. Sonrasında doğum ve ötesi yaşam dönemi başlar. Dışarıya çıkışta geçtiği dar tünelin ve anne kemiklerinin zorlamalarının vücudunda yarattığı acıyı tam çözemese de kendisinin canını acıtabileceğini anladığı bir dünyaya gelmiştir. Ciğerlerinin havayla dolmasıyla birlikte insanoğlunun sudaki yaşamı bitmiş,yüzer varlık artık çoğunluğu azottan oluşan hava denen bir gaz içinde ve yerçekimi denen kuvvetle tek başına başa çıkmaya çalışacaktır. Ağlamaya başlar. Bu onu şaşırtmıştır aslında havayı kullanarak bu kadar güçlü bir ses çıkarabileceğini deneyimleme şansı yoktur anne karnında. Ses telleri ise titreşse bile su içinde oluşan sesle, hava yoluyla oluşan ses hem kalite, hem frekans açısından farklıdır ve çok güçlüdür. Artık sesle çevresiyle iletişim sağlamaya başlar.Derdini anlatmak için kendisini ifade etmelidir. Anne karnında bir boru yoluyla annesinin ve kendisinin vücutları arasında kurulmuş olan iletişim artık yoktur. Sesinin ne kadar çok çıktığını anladıkça ve çevresindekilerin onun isteklerini yerine getirmek için gayretlerini algıladıkça daha kuvvetle bağırır ve ağlar.Bu ona ciğer kapasitesinin de gelişmesi için verilmiş bir silahtır. Bu alışkanlığı ileride en iyi devam ettiren insan grubu politikacılardır, o yüzden meydanlarda binlerce, onbinlerce,yüzbinlerce belkide milyonlarca insanın sesinin üzerinde bir frekans kulanmayı öğrenir ve bağırır durur. Tabii teknoloji yardımıyla bunu kullanan sanatsal insan gruplarını da unutmamak lazım:yoksa konserler ne işe yarardı. Sonunda sesin gücü yanında gözlerini açtığında veya kırpıştırdığında ise anne karnında bir karış mesafede algıladığı çok zayıf ışık altındaki ortama alışmış olan gözler acır. Göz bebeklerinin yani irisin ışığın şiddeti karşısında algılayabileceği seviyede ışık almaya uyarlanması da öğrenilmesi gereken bir zaman ister. Sonuçta gözlerde dışarıdaki şiddetli ışık frekansına uyum sağlar.Artık insan ışıkta yaşayan bir varlıktır. Görmek için gerekli olan frekans tahsisi bedavadan,beyin tarafından gözlere ayrılır. İletişim 250 G hızında devam ederken işitsel frekanslardaki algılama ve üstüne üstelik gözlerce algıda yerçekimine uyum için denge ayarı da kulaklara verilmiştir ve kulaklar hem ses, hemde denge ferkanslarının aracıdır artık. Soğuk sıcak, tatlı ekşi, tuzlu gibi değişik frekans algılamaları dil denilen ağız içi organca yürütülür. Zamanla öyle bir hale gelirki bu alışkanlık beyin daha önceleri elle,vücutla hissedebildiği ses dalgalar ve titreşimlerin çoğunun algılanmasını sadece kulak yoluyla yapmaya başlar. İnsan tamamlanmıştır ama algılamada sadece beş duyuya mahkum etmiştir kendini. Bu arada ışıkta yaşamaya iyice alışan insan karanlık ve alaca karanlık gibi ortamlarda görmemeye başladığını farkeder. Onun bu yeteneklerinin köreldiğini farkeden diğer yaratıklar ışıklı ortamda yanına bile yaklaşamadıkları insana karanlık ve loş ortamlarda saldırmaya başlarlar çoğunlukla. Çünkü savunma görme yeteneğinin azalmasıyla azalmış, alaca karanlıkta ve karanlıkta yaşamaya kendilerini alıştırmış hatta görmek için kokuyu,titreşimi bile kullanabilir hale gelmişlerdir onlar. İnsan korkmaya başlar karanlıktan. Artık sinsi güçlerin karanlık faaliyetleri daha da artmıştır.Kitleler karanlık ve yarı karanlıkta yollarını iyi göremedikleri için çok daha kolay yoldan çıkarılırlar. Bunun için çıkar şebekeleri birbirleriyle ortak iş yapmaya başlarlar. İçine medyayı da göz boyayıcı olarak kattıkları için çok etkili bir beyin yıkama başlamış ve gölgelerde yaşayan aslında zavallı kelebekler dev gibi karanlık gölgelerinin kalplere saldığı korkuyla bir çok düşmanını korkutup kitleleri daha kolay yönetilir hale getirmişlerdir. Bu durumdan kurtulmanın insan için tek yolu aydınlıkta toplu olarak yaşamaktır. Çünkü iyi insanlar aydınlıkta medeniyet kurar ve toplu olarak, insanı öne çıkaracak yasalar ortaya koyarak, insanların yeteneklerine göre işler yapabildiği, dengeli gelir dağılımının olduğu gelişmiş toplumlar inşa ederler. Işıklarını da hiç kapatmazlar gölgelerde yaşayan sürüngenlerden etkilenmemek adına.
Unutmayın ışığın da sınırı vardır ve en tehlikede olanlar ışığın sınırında gölgeye yakın yaşayanlardır. Hepinize bol ışıkta,aydınlık bir yaşam dilerim.
Nikon D300S + Nikkor 18-200mm f:3.5-5.6 VRII IF-ED